30 Ocak 2006

.tayyip makarası

Yıllardır kamuoyu dediğimiz şeyin (yani bizzat halkın) ülkenin yönetiminde söz sahibi olmadığı, isteklerini dile getiremediği, istediklerini yaptıramadığı, uygulatamadığı söylenir. Ama hiç bu kadar alelade bir dışlanmışlık hissettiğimizi sanmıyorum. Ülkenin başbakanı ondan "başbakan" gibi konuşması beklenirken "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" nidalarının ardından, ülkede bu kadar mizah üstadı varken; hiç üstüne vazife olmadığı halde, insanları güldürmekten başka bişey yapmıyor... Diğer yandan yeri geldiğinde Atatürk'ün partisi(!) olduklarını gereksiz yere vurgulayan, bu dönemde mecliste "tiyatro izleyicisi" gibi sus pus, sessiz, sakin takılan baykal ise başbakana aynı ciddiyetsizlikle karşılık veriyor...

Kemal Unakıtan!ın çocuklarının sit alanına yaptığı villalar "çocuklarım rahat etsin" ricası birkaç günde ilçe belediyesinden anıtlar kuruluna herkesi birden görev aşkıyla yanıp tutuşturup insanların(!) mutluluğu için kararlar almaya yetmiştir. Bu olay üstüne eleştirilen kemal unakıtana sahip çıkan başbakanımız ne diyor? "biz dostlarımızı yedirmeyiz..." bu sözleri söylerken başbakan konumuna gelmiş insan hiç mi utanmaz?! Devletin kişilerin mutluluğu için kararlar almasını bir başbakan bu kadar mı pişkin karşılar? Ayıptır. Soruyorum başbakana "sit alanı olan" side sahilinde açacağım çay bahçesi için de aynı kararların aynı hızlarla alınması için sizinle bir dostluk mu kurmam gerekiyor?.. 70 milyon insanla dalga geçmek bu kadar kolay olmamalı...

Ülke kalen kuş gribi tehdidinden tamamen kurtulamamışken, bir günlük bile enerji stoğu olmadığı tüm dünyanın gözleri önüne serilmişken, hemen sınırımız iran da savaş hazırlıkları son sürat devam ederken, biraz daha altta görünürde israil-filistin aslında tüm dünyanın ortak olduğu siyasal-iktisadi pazarlıklar yaşanırken ülkenin hükümeti "erken seçim" dedikodularından tırsıp ona buna zam vermekten başka ne yapıyor..? Sahi ege kıyılarındaki "tarihi" yapıların özelleştirilmesi de başlayacak en yakın zamanda..

Allah sonumuzu hayır etsin...

27 Ocak 2006

.amelie

önce filmmüziklerini duydum çok da beğendim. okuldaki birçok kişi "aa süper film kesin izle"..

film ilkten hoştu gayet. arkada Yann Tiersen tıngıdı tıngıdı ruhumuzu okşuyordu. Türkçe dublajında hoş bir amca küçük Amelie yi anlatıyordu bize... Derken o küçük kız büyüdü.. Yiyip içip sevişen biri haline geldi. Bir de kızcağızımızın hoş bir özelliği var. Öyle bir hava var ki üzerinde "ben sex i sevmem. ama bi istesem istediğim erkekle sevişirim. bari biraz oyun yapalım heyecan olsun" diyordu her hikayede.. Yaw ben mi çok taktım diyorum, kafamı zorluyorum.. yok.. filmde bana vay anasını dedirtecek bir sahne yok. ne işe yarar bu film..

"bohem" diye tanımlandığını anımsadığım fransız kültürü.. hayat ile ilgili bir maddi korkusu yok. işi gücü bırakmış komşusunun evine gizli gizli girdikten sonra, adamcağzın evinde onu sinir etmesi muhtemel değişikler yapıp evine girmek... adamın sinir olmasından zevk almak.. boş boş işler peşinde koşup canı istediğinde sevişip uyumak. sonra muhtemelen bu adamdan sıkılıp bir diğerini bulmak...

Bütün gün cafe de oturan birkaç insan. Cafede hiçbir iş yapmadığı için hiç yorulmayan birkaç çalışan.. ve cafeye her gün gelen bir adamı; cafede çalışan, hiçbirşey yapmayıp bütün gün köşesinde oturan bir kadınla seviştirmeyi marifet sayan hatun Amelie..

Daha esas oğlan ile 2 kelime konuşmadan bi şekilde onu evinin kapısına kadar getirip bir güzel sevişip daha sonra da "aha ruh ikizimi buldum" nidalarıyla Fransa sokaklarında bisiklet turuna çıkan Amelie...

2 saat ancak bu kadar boşa harcanabilirdi heralde..

ps. sinirim geçmedi henüz. ileride eklemeler yapabilirim..

25 Ocak 2006

.tuzdan ötesi G var

kuşkusuz sanatçı çalışmasına başlarken minimalist yaklaşımlarda bulunmak arzusu içindeymiş buşekilde daha az şey vererek hatta hiçbirşey vermeyerek daha çok duyguyu biranda insana aşılamayı düşünmüş.. sanatçı bunu gırç gırç edalarıyla eserinin yanındaki karları ezmeden önce tasarlamış.. harley davidson stili botlarıyla orada hiçte periyodik olmayan birkaç salınım yaptıktan sonra minimalist eğilimin içine sıçtığına kanaat getirmiş sonra felsefe gitti bari eseri kurtaralım ve birazda battı balık yan gider diyerekten.. karın üstünde pogo yapmış.. böyle karşımıza abstract mı abstract fotoğraflar çıkmış..

bu fotoğrafların artistine "neden G" diye sorduğumuzda "belediyeler yolları açmak için tuz kullanıyorlar, biz de insanların aklını açmak için G yi kulanıyoruz" gibi alakasız bir cevap verdi... onun nedemek istediğini ancak boynundaki "we depend on what the Geyikoloji orders" dövmesini görünce anladım... meğerse bunlar tarikatmış a.k

23 Ocak 2006

.gibi yapmak

malum, her bakımdan bir geçiş ülkesiyiz... asya-avrupa arası, akdeniz sıcağı ile rusya soğuğu arası, çöllerle yeşillikler arası... ne tam bir avrupa ülkesiyiz ne de tam bir asya ülkesi... ne sanayii toplumuyuz, ne de tarım; ne fakiriz, ne zengin; ne gelişmişiz, ne gelişmemiş... insanlarımız ne cahil, ne eğitimli; ne vurdumduymaz, ne yardımsever; ne sağcıyız, ne solcu... ne yalnızlık istiyoruz, ne hep insanlarla birilikte olmak; ne tam seviyoruz, ne sevgiyi boşverebiliyoruz; ne tam sevişebiliyoruz, ne de dokunmadan durabiliyoruz... hep iki arada bir deredeyiz.. beyaz çabuk kirlenir, siyah toz tutar diye hep griyiz. bu yüzden de hem kirli hem de tozlu; tek becerebildiğimiz şey bunu saklayabilmek... "kötü bir toplumda mı yaşıyoruz* aslında hayır ama kötü birçok yanımız var..."

ben daha kendimi tanımlayamıyorum.. tembel miyim çalışkan mı.. yumurta kapıya dayanana kadar hiçbirşey yapmamak aptallık ama tüm görevleri son gün, son an bitirebilmek zekilik...

insan bir de "ara yaşlarda olunca" iyice ortalarda kalmış oluyor, muallaklar abidesi halini alıyor...

hadi biz çiy süt emdik.. atmosfere sesleniyorum! şu kar yağacaksa adam gibi yağsın! ya gerçekten her yer kar olsun, kimse dışarı adımını atamasın, okullar tatil olsun; ya da kar fln yağmasın hiç.. zaten havanın sıfırın altına düşmüş olması değil, yere düşen iki küçük kar tanesi ilgilendiriyor tüm yetkilileri...

lütfen kardanadam yapılacak bir durum yoksa kar yağdı, kava kötü gibi şeyler söylemeyelim. yoksa zamanla buna da alışırız, iki lokma rüzgar ile herkesin üzerine çöken miskinliği bile hava kötü, tatil olsun, zaten kış da geldi, uyuyalım sıcacık yatağımızda, büyütelim karpuzlarımızı yorumlarıyla süsleriz...

21 Ocak 2006

.bayramlaşma :P

öncesi
bayram tatilimi normal insanlar gibi köyümde geçirirken birden gelen mesajla irkildim: " mert, semihlerde toplanıyoruz" :D o an bütün güzel bayram hatıralarım gözümün önünden geçti :P birkaç dakikalık telefon trafiğinden sonra olaylar artık kontrolümüzden çıkmıştı...
önce sade bir bayramlaşma amacı taşıdığını düşündüğümüz bu toplaşma etkinliği zaman ilerledikçe kutay ve bende garip hisler uyandırmaktaydı :P organizasyonun sadece "tüketim" aşamasında bulunduğumuzu öğrenince vereceğimiz karşılığın ne olduğunu kestiremediğimiz için biraz tedirgindik..
onurun bizden istediği herşeyin önüne "markalı" ibaresini koyması "eyvah, Geyikoloji'nin merkezi Nişantaşı'na mı alındı" diye korktuk... (bu arada onurun istedikleri: markalı sosis, markalı cips ve markalı kola idi:P)) Sabah kutayımla semihlere doğru yol alırken bu "marka" ların üzerimde yarattığı baskı tam bir kapaklanma olmasa da "çanak teması" kıvamında bir dizbağı-çözülmesine sebep oldu :P

ilk anlar
en yakın markete varıp sosis reyonuna geldiğimizde beni dumura uğratan bir cümle geldi kutaydan "abi 5 paket alacakmışız"... önce bunu kuş giribi nedeniyle "danalara dayanma" olarak algıladık. Ama sonra evde bir "kurban merasimi" ortamı yaratılmak için bu kadar sosise ihtiyaç olduğu kanısına vardık. Sonra "markalı" reyonundan kola ve cipsleri temin ettik (tabii bu o kadar kolay olmadı :) 3 kalem ürün için aynı markete 4 kez girip çıktık)... "Abi kolayı semihlerin ordan bi bakkaldan alalım da köpürmesin" cümlesi semihin evinin olduğu bölgede bakkal-çakkal namına hiçbişiy olmadığını farkedince "abi en kısa zamanda buraya bi bakkal açalım" a dönüştü :D
nihayet eve vardık. Bu arada bahçe girişindeki ısıya duyarlı olarak açılan otomatik kapı hakkında yorumu kutayıa bırakıyorum =) Evde korktuğumuzun aksine bir keşmekeşlik bir aymazlık durumu yoktu (nedemekse :Pp) Kısa süre sünra kutayımla ben susam sokağından kalma "birbirine top atıp tutmaca" oyununu oynamaya başladık. Bu oyun içinde bulunduğumuz toplumu öyle peşinden koşturdu ki bir ara günün tüm amacı bu oyunda artistik hareketlker yapma haline geldi :)

yemek vakti

"5 tane sosis" in aslında "5 paket sosis" manasına gelmediğini anladığımız ve sadece 1 paket sosis aldığımız iyi olmuştu. Zira onurcum bu 1 paket sosisi bile yağsız tavada "pişerken kesmekte" zorlanıyordu :Pp yemekte tabbi ki onurun special i vardı. onur bilindiği üzere her toplanmada farklı lezzetleri birbirine katarak yeni şeyler üretir. bu seferkinin adı "amerikan salatası" idi. adı da tadı da daha önce hiç karşılaşmadığımız türdendi :D

Zeynep ise, bütün yemek boyunca sorguladığım ama hiçbir suretle anlamadığım çok ulvi bişiy yapmıştı. İçinde zeytin yağı ve havuç vardı, onlar kesindi ama daha ayrıntılı bilgi için bi süre beklemeniz gerekecek :) masada ben "o havuçlu şeyi keşfetme", kutay ise "kendi bardağı hariç serkese kola dağıtma" görevindeydi. semih ise tüketim.

yemekten sonra
yemekten sonra az önce hopurdatılan mekan bir anda galeria'nın sinema salonunu aratmayacak konfora sahip olur. önce herkes normal insanlar gibi koltuklarda oturmaktadır. ancak birkaç vakit sonra onur buzdolabinden kırmızı tuborg ları getirir ve birtakım şahıslar zemine yayılma eğilimi gösterir. hatta bu eğilim gösterenlerin içlerinden "ohh mertin dizine de kafamızı koyduk, mis oldu" gibi şeyler geçirdikleri de kayıtlara geçmiştir. ancak mert in elindeki kutunun cok kısa sürede bittiği farkedilince bu şahıslar en güvenli yere konuşlanmışlardır..
dvd olaraktan elimizdeki star wars serisini harcamaya karar verdik. önce 1970yapımı filmdeki dinazorusumsu şeylerin nasıl yapıldığına cevap aradık, sonra aynı figürlerin 35sene sonraki filmde de aynı halde olduklarını görünce yönetmeni baya bi kınadık. tabi yıl 2000 olunca filmdeki karakterler bile yozlaşmışlardı.. türkçe dublaj seçeneğinde izlerken arada ağızlarından ingilizce kelimeler duymak bizi hep güldürdü hem de düşündürdü :P

önce zeynep sonra da ben ayrıldık ortamdan. ancak ben ayrıldıktan sonra tüm herkesin "gönül rahatlığıyla" uyuyuvermesi ucu acık bir konu... :D:P

8 Ocak 2006

.mert hukuk öğreniyor

deniz-jalapeno-oje:
abi bak medeni kanun maddee6 diokikanunda aksine bi hüküm bulunmadıkçataraflardan herbirihakkını dayandırdığıolgulsrın varlığını ispatla yükümlüdür. heh yani sen bana katil diosan sen kanıtlıcan katil oldumu eheuh ne alaka dersen alakası yok ya öle açtım bktım bu madde güsel bi madde sewiorum=)
pink anarchy.:
iyi de ben sana katil demedim ki
deniz-jalapeno-oje:
ya abi bak seni kısıtlarım grürsün, senin fiil ehlietini alırım elinden. hatta tam ehliyetsiz yaparım. ben de yasal temsilcin olurum
pink anarchy.:
fil ehliyetim yok ki benim
deniz-jalapeno-oje:
oh miss=)
pink anarchy.:
hiç ehliyetim yok ki benim.
deniz-jalapeno-oje:
=) nası yok lem senin fiil ehlietin bildimis araba ehlieti diil bıu=) eğer ayırt etme gücüne sahipsen ve erginsen
deniz-jalapeno-oje:
tam fiil ehlietin wr
pink anarchy.:
öle mi oluyo =))
deniz-jalapeno-oje:
ya dielimm ki ayırt. etme gücüne sahipsin ama küçüksün. küçük eşittir under 18
deniz-jalapeno-oje:
o zaman sen sınırlı ehliyetli, oluosun
pink anarchy.:
"küçük eşittir under 18" !
deniz-jalapeno-oje:
hakısız fiillerinde yine sorumlu oluon ama
deniz-jalapeno-oje:
borçlandırıcı işlem yapamıosun tek başına
deniz-jalapeno-oje:
yasala temsilcinin onayı fln lazım
pink anarchy.:
sen orda fİİL ehliyeti demişsin. ben FİL ehliyeti okuyorum sabahtan beri. diyorum bunları okulda kekliyolar mı ne
deniz-jalapeno-oje:
ha ayırt etme gücün yoksa o zaman tümden tüh wah sana tam ehliyetsizsin ve yaptıklarının hiçbirinden sorumlu diilsin.ii aslında=)
deniz-jalapeno-oje:
oha mertt
deniz-jalapeno-oje:
=))))))))))
pink anarchy.:
valla öle
pink anarchy.:
anladım ama şimdi =)
deniz-jalapeno-oje:
aferim yawrum=)
deniz-jalapeno-oje:
öreniosun
pink anarchy.:
teşkür ederim
deniz-jalapeno-oje:
fil ehlieti de ii tabi=) yani mesela motorsiklet ehlieti gbi bişi
pink anarchy.:
evet hindistanda fln oluyor ya fillere biniyorlar

4 Ocak 2006

.kendimi kaybettim hükümsüzdür..

daha yeni kalktım, acayip sinirliyim karnımda kasılmalarla uyandım.. anlaşılan gördüğüm rüya beni pis sarsmıştı.. çok sık rüya gören biri değilim, görsemde fazla siklemem.. birkaç kere rüyamda tayyip ve takıyyeci tayfasını gördüm onun dışında hatırladığım rüyam yoktur..

biraz önce gördüğümde alalade birşey değildi ama nedense beni deldi geçti.. eskiden aşık olduğum biri ile çok yakın bir arkadaşım önümde el ele tutuşmuşlar sinatra eşliğinde yiyişiyorlardı.. aslında şuanda çok önemli değil, çünkü artık dostuz ya da ona benzer birşeyiz.. şuaralar birbirimiz için delirmediğimiz gibi ben tristan değilim o da isolde değil.. ayrıca rüya icabı beraber olduğu arkadaşımla tanıştığınıda zannetmiyorum.. bilinçaltımın benimle taşak geçtiğinin farkındandıydım ama yinede rüyadan sonra midem bulandı..

kıskandım mı evet ama beni asıl sinirlendiren insanın rüyasına müdahale edememesi o anda herşey olurken senin sadece seyretmen.. bu şekil kilit rüyalar için böyle bir opsiyon olamaz mı hiç değilse "hişşt çocuğum aile var" diyebilsek hoş olmaz mı?.

ama hayır doğa ibneliklerden kurulmuş bir denge.. insana rüyayı tv seyreder gibi izlettikten sonra yataktan kalmasını yorulana kadar koşmasını istiyor...

2 Ocak 2006

.görevimiz hezimet : fenerbahçe - milan















geç kalınmış bir yazı ama fotografı elimize yeni ulaştı.. özeti şudur : yaklaşık 2 saat sonra takımlarının 4-o kaybedeceğinden habersiz olan 4 genç salak salak etraflarına bakmaktadır.. onlarda artık her fenerbahçeli gibi shevchenko'dan çocuk beklemektedir..

dip not : fotografı çeken "çağların sağ eline teşekkür ederiz..